Şeyh Olan Hanginiz?

Bugün kimi tarikat önderlerinin kişisel yaşantısına bakıldığında, insanı hayrete düşüren şeyler ile karşılaşılmaktadır. Karşılarına geçerek birtakım sorular sorası geliyor insanın:
Sen nasıl şeyhsin, sen dünyadan el etek çekmemiş miydin? Bu konfor, bu rahata düşkünlük, bu lüks de nedir? Neden binmiyorsun Allah’ın yarattığı o güzelim ata, katıra ya da deveye? Sevap umuyorsun da giydiğin cübbeden, binsene sen de peygamberimizin bindiği deveye. Neden Kâbe’ye gittiğinde mütevazı bir otelde ya da bir çadırın içinde kalmıyorsun? Neden herkes gibi sıradan değil ayakkabın, elbiselerin ya da neden o kadar pahalı kolundaki saatin? Neden ağlamaktan şişmemiş gözlerin? Az yemek sünnetti ya hani neden bu kadar şişman senin bedenin? Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremeyecekti hani? Neden etrafına bakarken göğe yükselecek, adımını atarken yeri delecek gibi gösterişli ve kibirlisin? Molla desinler diye mi bu kadar ağır hareketlerin? Bulunduğun meclise giren ve daha önce seni görmemiş biri, neden bu kadar kolay ayırt edebiliyor diğerleri ile seni? Peygamberimizin yanına gelen biri, içeridekilere bakarak “Hanginiz Muhammed” dememiş miydi? Peygamberimiz sahip olduklarını etrafındakiler ile paylaşmamış mıydı? Kendisine yapılan iltifat ve yüceltmelere karşı çıkmamış mıydı? Günlük hayatını herkes gibi gösterişten uzak ve sıradan yaşamamış mıydı? Yaptığı tebliğ karşılığında insanlardan bir ücret istememiş ve ecrini sadece Allah’tan beklememiş miydi? Her peygamberin kendi emeği ve alın teri ile rızkını kazandığı bir mesleği vardı hani? Senin mesleğin neydi? Boğazından hiç el emeğin ile kazandığın bir lokma girdi mi? Sen milletin sırtından hiç indin mi? Sen kendini mi yoksa millete anlattığın “sünneti” mi şaşırdın?
Şeyhi Olmayanın Şeytan Şeyhi
Kaçınılmaz olarak bir şeyhe bağlanma ve sorgu sualsiz onun her dediğine tabi olma mantığının yıllarca son derece çirkin yapıların ortaya çıkmasına sebep olduğunu görmek zor değildir. Tarikat, insanların samimi duygularını istismar etmek isteyenler için bulunmaz bir yapıdır. Bu türden yakışıksız durumlardan uzak olanlar tenzih edilerek denilebilir ki kimi tarikat önderlerinin yalanlar ile milleti uyuşturduğu, kendileri ile ilgili kerametler uydurttuğu, kendilerine çiftlikler, köşkler kurdurduğu, mürit ve müridelerini her anlamda sömürdüğü, malından, mülkünden servet sahibi olduğu, rüyasında gördüğünü söyleyip kimi müridine eşini boşatıp kendi nikâhına aldığı, kendine harem kurdurduğu nice örnekler ile karşılaşıldı. Birileri kalkıp “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” diye hadis uydurduktan ve insanın kendisini şeyhine “Ölünün kendisini ölü yıkayıcısına teslim ettiği gibi teslim etmesi” gerektiği şeklinde izahlar yaparak bunu da takvanın göstergesi olarak saydıktan sonra, bunca şeyh müritlerini şeytana kaptıracak değildi! İnsanların çoğu iman ettiklerini söyler ancak imanlarına zulüm bulaştırarak gerçeğin üzerini örterler. Ayetler bu duruma da dikkat çeker:
“İmana ulaşan ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte onlardır güvene layık olanlar; zira onlar doğru yoldadırlar.”
(En’am Suresi 82)
Hem bir din uyduruluyor, hem de uydurulan bu dinden para kazanılıyor. Bir insan hem dinimize hem insanlara hem de kendine daha fazla ne kadar kötülük yapabilir? Esasen ayetler durumu çok güzel özetliyor:
“Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’an’ı) görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ doğru yol üzerinde olduklarını sanırlar.”
(Zuhruf Suresi 36-37)
Muhammed İkbal bu duruma çok anlamlı bir şekilde dikkat çekiyor:
“Sofi ve mollanın eserisin. Kur’an’daki hikmetten hayat almıyorsun. Kur’an ayetleri ile senin alâkan “Yasin” okutup rahat ölmekten ibarettir… Sofi ve mollaya benden selam olsun. Allah’ın emirlerini bize söylediler. Fakat onların söyledikleri, Allah’ı da, Cebrail’i de, Hz. Peygamber’i de hayret içinde bıraktı.”
Mehmet Akif Ersoy da çok ince ve keskin bir gönderme yapıyor:
“Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih, çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, la-teşbih! Sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya, şekil yönünden sanki Ömer’in devri, güya! Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler, zikir Kur’an sesinden, yerler ve gökler inler! Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan, sen onları kendine, taptırırsın vesselam! Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın, şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin! Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut, bunların dilinde Hak; ama kalbi dolu put!”
Kur’an boşuna:
“…Allah, aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!”
(Yunus Suresi 100)
demiyor. Yine ayetler bizi uyarıyor:
“Allah hakkında yalan düzenden ve kendisine gelen doğruyu yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kâfirler için bir barınak yok mu?”
(Zümer Suresi 32)
“Kendi uydurduğu yalanları Allah’a yakıştırandan veya Onun mesajlarını yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki, böyle zalimler mutluluğa asla ulaşamazlar”
(En’am Suresi 21)
Ne mutlu dinini özünden okuyup yaşayana. Dünya menfaatine alet etmeyene. Efendilere değil; yalnız Allah’a kulluk edene. Ne mutlu Allah’ın boyasını esas alana. Ne mutlu Allah’ın ipine sımsıkı sarılana. İnsanların dünya menfaatleri için düştükleri acınası halleri ve çirkinlikleri gördükçe iyi ki ahiret var iyi ki şaşmaz bir hesap var diyor insan.