İnsanüstü Bir Peygamberin Kime Ne Yararı Var?

İnsanüstü Bir Peygamberin Kime Ne Yararı Var?

Bir Kur’an’a bir de Şemâil, Delailu’n-Nübuvve ve el-Hasâisu’n-Nebeviyye gibi başlıklar altındaki kaynaklara bakıldığında, Kur’an’da hiç yer almamasına üstelik tam aksini söyleyen ayetler olmasına rağmen, hadis ehli tarafından peygamberimiz ile ilgili birçok sıra dışı özelliğin uydurulmuş olduğu kolayca görülecektir. Onu insanüstü bir varlık olarak gösteren ve kâinatın onun için yaratıldığını iddia eden bu anlayışa göre peygamberimiz; gölgesi yere düşmeyen, teri gül kokan, bedenine ve elbiselerine sinek ve böcek konmayan, önünden gördüğü gibi, arkasını da gören, en uzaktaki sesleri bile işitebilen, kimsenin duymadığı şeyleri duyan, konuştuğunda sesi her yerden duyulabilen, tükürüğü ile acı suları tatlı yapan ve her türlü yarayı iyileştiren, yiyecekleri tükürerek, üzerlerine elini koyarak ve dua ederek herkese yetip artacak kadar çoğaltan, ne kadar giyse de elbiseleri kirlenmeyen, ömrü boyunca hiç esnememiş olan, taşa basınca ayağının izi kalan ama kumda iz bırakmayan, açıkta tuvaletini yaptığı zaman yer tarafından dışkısı yutulan ve etrafa güzel kokular saçılan, sahabelerin tükürük ve balgamını alarak ellerine ve yüzlerine sürmek için yarıştıkları, tükürüğü Hz. Ali’nin gözündeki çapak hastalığını iyileştiren, hacamat kanından ve bir kaba yapmış olduğu idrarından içenlere “keşke içmeseydin ama artık seni cehennem yakmaz” diyen, Allah tarafından yedirilip içirildiği için uzun süre acıkma ve susama hissi duymayan, ruhuyla ve cesediyle canlı olup cesedi çürümeyen, vefat ettiği günkü gibi taptaze ve kokusu değişmeden kalmış bir peygamber. Peygamberimizi insanüstü biri olarak göstermeye çalışan zihniyetin rivayet ettiği bazı hadis metinleri, durumu özetler mahiyettedir:

“Hendek’in kazılması sırasındaydı. Aleyhissalatu vesselam’ın çok acıktığını gördüm. Hanımıma gelerek: ‘Yanında yiyecek bir şey var mı, Aleyhissalatu vesselam’ı çok acıkmış gördüm’ dedim. İçerisinde bir sa’ kadar arpa bulunan bir dağarcık çıkardı. Bizim evcilleşmiş bir koyuncuğumuz vardı. Zevcem koyunu kesti, arpayı da öğüttü. Ben işimi bitirinceye kadar o da bitirdi. Koyunu onun çömleğine parçaladım. Sonra Ayhissalatu vesselamın yanına döndüm. Hanımım: “Sakın beni Resulullah’a karşı mahcup etmeyesin!” dedi. Ben Aleyhissalatu vesselam ve beraberindekilerin yanına geldim ve gizlice: ‘Ey Allah’ın Resulü! Bir hayvancığımız vardı kestik, evde bulunan bir sa’ kadar arpayı da öğüttük. Haydi, siz ve beraberinizdekiler bize buyurun!’ dedim. Ama Resulullah yüksek sesle: ‘Ey Hendek halkı! Ca’bir size ziyafet hazırlamış! Haydi, buyurun!’ diye bağırdı. (Bana da): ‘Ben gelinceye kadar tencereyi ocaktan indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayın!’ buyurdular. Ben (eve) geldim. Halktan önce Resulullah geldi. Ben hanımıma uğramıştım. Bana: ‘Yaptığını gördün mü, (beni mahcup edeceksin), alacağın olsun’ dedi. Ben de: ‘Senin söylediğini yaptım’ dedim. Hemen hamuru çıkardım. Aleyhissalatu vesselam içine tükürüğünden koydu ve bereketle dua etti, sonra tencereye yöneldi, ona da tükürük koyup bereketle dua etti. Sonra zevceme: ‘Ekmek yapacak bir kadın çağır, seninle ekmek yapsın! Tencereden de kepçeyle al, onu ocaktan indirme!’ diye talimat verdi. Gelenler bin kadardı. Allah’a yemin olsun hepsi de (doyuncaya kadar) yedi ve sofradan ayrıldı. Tenceremiz, olduğu gibi kaynıyordu. Hamurumuz ise ekmek yapılıyor olduğu halde aynen (eksiksiz) duruyordu.”[1]

“Resulullah’ı ikindi namazının vakti girince gördüm. Halk abdest alacak su arıyordu, bulamadılar. Resulullah’a abdest suyu getirildi. Hemen elini içine koydu ve halka ondan abdest almalarını emretti. Enes der ki: “Ben suyun parmaklarının altından kaynadığını gördüm. Halk en sonuncuya varıncaya kadar abdestini aldı.”[2]

“Hudeybiye günü, halk usandı, Aleyhissalatu vesselam’a geldiler. Resulullah’ın önünde deriden mamul bir su kabı vardı, abdest aldı. Halk ona doğru sokuldu. Bunun üzerine: ‘Neyiniz var?’ diye sordu. ‘Yanımızda abdest almaya ve içmeye önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı!’ dediler. Aleyhissalatu vesselam, derhal ellerini kaba koydu. Derken parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı gözelerin kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik. Hz. Cabir’e: ‘O gün kaç kişiydiniz?’ denildi. ‘Eğer, biz yüz bin de olsak su yetecekti, ama biz bin beş yüz kişi idik.’ cevabını verdi.”[3]

“Siz Fetih deyince Mekke’nin fethini anlıyorsunuz. Evet, Mekke’nin fethi bir fetihtir. Ancak biz sahabiler, fetih deyince, Hudeybiye günündeki Bey’atu’r-Rıdvan’ı anlardık. Biz o zaman, Aleyhissalatu vesselam’ın yanında bin dört yüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyu(nun adı)dır. Biz o kuyunun suyunu tamamen aldık, tek damla bırakmadık. Bu durum Aleyhissalatu vesselam’a ulaşmıştı. Derhal kuyunun yanına geldi, kenarına oturup bir kap su istedi. Elini yıkadı, ağzına su alıp (kuyuya püskürttü) ve dua etti. Sonra suyu kuyuya döktü. (“Onu bir müddet terk edin” dedi.) Biz kuyuyu terk edip biraz uzaklaştık. Az sonra kuyu bize ve bineklerimize yetecek kadar su saldı.”[4]

Bu tür rivayetlerin yanında aynı zamanda peygamberimizin ramazan ayının sonlarına doğru orucunu açmadan birkaç gün birleştirerek tutmaya devam ettiği, bunu gören bazı kişilerin de bunu yapmaya yöneldiği ancak durumdan haberdar olan peygamberimizin insanlara “Ben sizin gibi değilim. Ben gölgelenirim, Rabbim bana hem yedirir hem de içirir.”[5] dediği iddia edilmiştir. Yine kendisine “Ey Allah’ın Resulü, sen sahura kadar orucu devam ettiriyorsun” denildiğinde şu cevabı verdiği rivayet edilmiştir: “Ben sahura kadar uzatıyorum, zira Rabbim bana yedirip içirmektedir.”[6] Bu noktada dikkat çekici iki önemli husus vardır. Birincisi Kur’an’da birçok ayette açık bir şekilde ifade edildiği ve daha önce de örnekleri verildiği gibi Allah, Kur’an’da peygamberimize

“De ki: Ben de sadece sizin gibi bir insanım…”

(Kehf Suresi 110)

gerçeğini tekrarlatmaktadır. Ancak söz konusu hadis rivayetinde açık bir şekilde görüldüğü gibi Allah’ın apaçık ayetlerini hiçe sayarak peygamberimize “Ben sizin gibi bir insan değilim.” dedirtilmektedir. Öte taraftan söz konusu rivayetlerde, acıkmayan, açlık hissi duymayan çünkü zaten her daim bizzat Allah tarafından yedirilip içirilen bir peygamber modeli sunulmaktadır. Oysa bu tarzda bir elçi beklentisi tam olarak inkârcıların beklentilerini karşılayan bir modeldir:

“Bu nasıl elçi böyle? Yiyip içiyor, çarşıda pazarda dolaşıyor!..”

(Furkan Suresi 7). 

Söz konusu hadis rivayetleri dikkate alındığında peygamberimizin yeme ve içme konusunda bir sıkıntısı olmadığı görülmektedir. Ancak uydurulan bu türden rivayetlere rağmen buradaki iddialar ile tam olarak çelişen rivayetler uydurmaktan da geri kalınmadığı görülmektedir. Bu ikinci tür peygamber modeli ise hayatı boyunca yoksulluk ve açlık çekmiş, hatta açlıktan karnına taşlar bağlamış, çoğu gün ve gecesini aç ve susuzluk içinde bir lokmaya muhtaç şekilde kimi zaman açlıktan kıvranarak yaşamış bir peygamber modelidir. Bu konudaki bazı rivayetleri inceleyelim:

“Resulullah bir gün (veya gece mutad olmayan bir saatte) mescide geldi. Orada Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e rastladı. Onlara (bu saatte) niye geldiklerini sordu. ‘Bizi evden çıkaran açlıktır!’ dediler. Resulullah da: ‘Beni de evde çıkaran açlıktan başka bir şey değil!’ buyurdu…”[7] “Resulullah ve ailesi üst üste pek çok geceleri aç geçirirler ve akşam yemeği bulamazlardı. Ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği idi.”[8] “(Hz. Aişe) Bazı aylar olurdu, hiç ateş yakmazdık, yiyip içtiğimiz sadece hurma ve su olurdu. Ancak, bize bir parçacık et getirilirse o hariç…”[9] “Hz. Ömer insanların nail oldukları dünyalıktan söz etti ve dedi ki: Gerçekten ben Resulullah’ın bütün gün açlıktan kıvrandığı halde, karnını doyurmaya adi hurma bile bulamadığını gördüm.”[10] “Resulullah buyurdular ki: …Zaman olmuştur otuz gün ve otuz gecelik bir ay boyu, Bilal ile benim yiyeceğim, Bilal’in koltuğunun altına sıkışacak miktarı geçmemiştir.”[11] “Resulullah’a açlıktan şikâyet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkeste bir taş vardı. Resulullah da karnını açtı, O’nda iki taş vardı.”[12]

Bir yandan dokunduğu yemekleri ve suları herkese fazlası ile yetecek kadar çoğaltacak mucizeler gösteren bir peygamber, diğer taraftan bizzat Allah tarafından yedirilip içirilen bir peygamber, bir diğer taraftan ise hayatını açlık ve yoksulluk içinde bir lokmaya muhtaç geçirmiş bir peygamber. Açık bir şekilde görüldüğü gibi söz konusu rivayetlerin hem kendi aralarındaki çelişkileri hem de her iki durumda da abartılı söylemleri, güvenilir kabul edilen kaynaklardaki rivayetlerin tam anlamıyla zan ihtiva ettikleri ve dinin kaynağı olarak dikkate alınmalarının mümkün olamayacağını net bir biçimde ortaya koymaktadır.

Yine güvenilir kabul edilen hadis kitaplarındaki rivayetlerde peygamberimizin on bir hanımıyla da gece ve gündüz aynı saatlerde cinsel ilişkide bulunduğu, “Buna takat getirebiliyor muydu?” diye sorulduğundaysa kendisine otuz erkeğin cinsel gücünün verilmiş olduğunun konuşulduğu görülmektedir.[13] Bir rivayette: “Enes’in bize anlattığına göre, Resulullah’ın tek bir gusülle bütün hanımlarını dolaştığı olmuştur.” denilen,[14] güzel bir kadın görünce eve gidip eşi Zeyneb ile cinsel ilişkiye giren ve sonra tekrar sahabenin yanına dönerek “Kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Şayet biriniz bir kadın görürse kendi eşine gitsin. Bu onun içindekini giderir”[15] ya da diğer bir rivayette benzer şekilde “Bir kadın sizden bir kimsenin hoşuna gider ve de kalbinde yer alırsa eşine gitsin ve onunla yatsın. Bu onun içindekini giderir.”[16] dediği rivayet edilen bir peygamber.

Görüldüğü gibi ömrünü Allah yolunda vahyi tebliğ etmeye ve en güzel şekilde insanlara örnek olmaya adayan peygamberimiz, sahih kabul edilen hadis kitaplarında, Allah yolunda mücadeleyi bırakmış sabah akşam cinsellik düşünen ve daha önce dikkat çekildiği gibi küçücük bir kızla evlenerek birlikte olma sapkınlığı gösteren biri olarak sunularak itibarsızlaştırılmaktadır. Bu peygamber Allah’ın resulü Hz. Muhammed değildir. Onu aşırı yüceltmek için insanlar tarafından uydurulan bir peygamberdir. Peygamberler insanlığın iftihar tablosudurlar. Üstün insanlardır ancak insanüstü değillerdir. Dini en güzel şekilde yaşayıp tebliğ etmeleri, üstün ahlakları ve erdemleri ile insanlara örnektirler.

Peygamberimize insanüstü özellikler vermek onu yüceltmez. İnsanüstü özelliklere sahip biri, insanlara örnek olamaz. Peygamberimizi gerçek anlamda yüceltecek olan şey, insanüstü özelliklere sahip olması değil, üstün insani özelliklere sahip olmasıdır. Ayetler bize peygamberimizin üstün bir ahlak ve tabiat üzerinde olduğunu bildirmektedir:

“Ve gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.”

(Kalem Suresi 4).

Yine Kur’an’a baktığımızda Allah’ın peygamberimizi seçerek ona büyük bir iyilikte bulunduğu (Nisa Suresi 113), onu âlemlere rahmet kıldığı (Enbiya Suresi 107) ve tüm günahlarını bağışladığı (Fetih Suresi 2) görülmektedir. Dolayısıyla peygamberimiz bizzat Rabbimiz tarafından bir insanın ulaşabileceği en büyük lütuf ve ikramlara mazhar olmuştur. Bunun dışında peygamberimize olmadık yakıştırmalarda bulunmak son derece anlamsızdır. Çünkü birçok kişi bu türden iftiralar sebebiyle dinden uzaklaşmakta hatta tam anlamıyla inançsız olmaktadır.

Bununla birlikte peygamberimiz için uydurulan şeylere bakıldığında, bu şekilde ‘Süpermen’ bir peygamberin kimse tarafından örnek alınamayacağı da ortadadır. Oysa Kur’an, peygamberimizden insanüstü özellikler bekleyenlere gereken cevabı vermiştir:

“Muhammed yalnızca bir elçidir; ondan önce de elçiler gelip geçmiştir…”

(Ali İmran Suresi 144).
“…Ne yani, şimdi Allah fani bir insanı mı elçi olarak gönderdi? De ki: Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”

(İsra Suresi 94-95)

Kur’an’da bu türden apaçık ayetler olmasının yanında geleneksel din anlayışı açısından güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında da Kur’an ayetleri ile örtüşen çeşitli rivayetler yer almaktadır. Ancak Kur’an ayetlerini dikkate almayan zihniyet aynı şekilde savundukları aynı kaynaklarda geçen bu türden rivayetleri de dikkate almamaktadır.

Örneğin Buhari’de geçen bir hadis rivayetinde peygamberimizin şu şekilde söylediği iddia edilmiştir: “Hıristiyanların Meryemoğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede siz de haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir deyin.”[17] Yine bir diğer rivayette namaz kıldırırken peygamberimizin unutarak fazla ya da noksan şekilde kıldırması ve arkasındakilerin bunu fark etmesi üzerine kendisine yeni bir emir gelip gelmediği sorulduğunda şu şekilde bir cevap verdiği rivayet edilmiştir: “Ancak ben bir beşerim, sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Öyleyse bir şey unutursam bana haber verin.”[18] Yine başka bir rivayette peygamberimizin gusül abdesti almayı unutarak mescide namaz kıldırmaya geldiği iddia edilmiştir: “Namaza kalkılıp saflar düzlenmişti ki, Resulullah geldi, namazgâhına geçti. O anda cünüp olduğunu hatırladı. Bize: ‘Yerinizde durun’ deyip, hemen ayrılıp yıkanmaya gitti. Gusledip dönünce başından henüz su damlıyordu. Tekbir getirdi, namaza durdu. Beraber namaz kıldık. Namazı tamamlayınca: ‘Ben de bir insanım. (İlk geldiğimde) cünüptüm’ buyurdu.”[19]

Bir başka rivayet ise şu şekildedir: “Resulullah, odasının kapısında bir münakaşa işitmişti. Yanlarına çıkıp: Ben de sizin gibi bir insanım. Bana ihtilaflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine nazaran daha belagatlı (ikna edici) olur. Ben de onun doğru söylediğini zanneder, lehine hükmederim. Ancak kime bir Müslüman’ın hakkını vermiş isem, bunun ateşten bir parça olduğunu bilsin. O ateşi ister yüklensin, ister terk etsin (kendisi bilir)”[20] Yine daha önce de dikkat çekildiği gibi hurma ağaçlarının aşılanması rivayetinde de şu şekilde bir ifade kullandığı rivayet edilmiştir: “Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi re’yime (görüşüme) dayanan bir şey emredersem, bilin ki ben bir insanım!”[21] Son olarak başka bir rivayette de peygamberimizin şu şekilde dua ettiği iddia edilmiştir: “Allah’ım, (Biliyorsun) ben bir beşerim. Hangi mümine (hata ile) eziyet verir, kırıcı söz sarf eder, lanette bulunur, değnek vurup canını yakarsam bu haksızlığı onun hakkında, kıyamet günü bir rahmet, (sevabında) bir artış, sana bir yaklaşma vesilesi kıl.”[22]

Kur’an gerçekten anlaşılmak için okunsa ve bir parça vicdan sahibi olunsa peygamberimize kendisi ile ilgili söylenmesi emredilen şeyler görülebilir ve en azından Kur’an’a uygun olmayan rivayet iddialarında bulunmaktan Allah’a sığınılabilir:

“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ‘Ben meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. De ki: Körle, gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?”

(En’am Suresi 50).

“Bana ancak, yalnızca apaçık bir uyarıcı olduğum vahyolunmaktadır.”

(Sad Suresi 70).

“İnkâr edenler: “Ona Rabbinden bir mucize (ayet) indirilmeli değil miydi?” diyorlar. Unutma ki sen sadece bir uyarıcısın. Her kavim için bir uyarıcı (yol gösterici) olmuştur.”

(Rad Suresi 7).

Bazı kaynaklar ve dini konularda açıklamalar yapan kimi kişiler peygamberimizin kabrinde halen daha diri olduğunu, bütün dirilerin hayatını ondan aldığını, kendisine selam verenlerin selamını aldığını, kabrinde kalkıp namaz kıldığını, tabutu açılıp bakılsa bedeninin hiç bozulmadan durduğunu, hatta aynı bu dünyadaki gibi hanımları ile zevklendiğini iddia ediyorlar. Oysa Kur’an ayetleri, bu türden iddiaların büyük bir iftira ve uydurma olduğunu açıkça ortaya koyar:

“Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.”

(Enbiya Suresi 34-35).

“Hiç kuşkusuz sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.”

(Zümer Suresi 30-31).

Bu durum peygamberimize özel değildir. Birçok toplum, Allah’ın ayetlerini tebliğ etmek üzere gelen peygamberlerin, kendileri gibi insan olmasını yadırgamışlardır.

“Onlar: ‘Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Bizi, atalarımızın taptığından çevirmek istiyorsunuz. O halde bize açık bir delil getirin!’ dediler. Elçileri onlara dediler ki: Evet biz de sizin gibi insandan başka bir şey değiliz. Fakat Allah, kullarından dilediğine lütfeder. Allah’ın izni olmadan biz size delil getiremeyiz. İnananlar, Allah’a dayansınlar. Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah’a dayanmayalım? Sizin bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler, Allah’a dayansınlar.”

(İbrahim Suresi 11-12).

Kur’an vahyinin ortaya koymuş olduğu gerçek peygamber algısı ile yetinmeyerek peygamberimiz ile ilgili hiç olmadık iddialarda bulunanlar, hem Allah’a hem de peygamberimize açık bir şekilde iftira atmaktadırlar. Söz konusu iddiaların hangi kaynakta geçtiği ya da kimler tarafından rivayet edildiklerinin hiçbir önemi yoktur. Uydurma oldukları gün gibi aşikârdır. Kur’an’ın ortaya koymuş olduğu peygamber ile yetinmeyenlerin peygamberimizi insanüstü bir varlığa dönüştürmelerinin sebepleri ile ilgili yapılmış olan bir değerlendirme son derece isabetli ve önemlidir:

“Peygamberler, büyük düşünürler, sanat ve siyaset adamları gibi, tarihte iz bırakmış şahsiyetlerin vefatlarından sonra, kendileri ve bıraktıkları miras konusunda birtakım aşırılıkların ve sapmaların ortaya çıktığı, toplumsal muhayyilenin bu gibi şahsiyetler etrafında birtakım menkıbe ve efsaneler ürettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber’in durumu da, vefatından sonra farklı olmamıştır. Diğer din ve kültürlerdeki şahsiyetlerin başlarına gelen Hz. Peygamber’in de başına gelmiş ve tarih içerisinde önce insan-ı kâmil (paragon), sonra insanüstü ve mucizevi bir güç ve özelliklere sahip bir peygamber ve nihayet evrenin ilk ve temel unsuru olan kozmik bir ilkeye dönüştürülmüş; yani yeryüzünde yaşamış bir insan, önce göklere ve nihayet evrenin de üzerine çıkarılmıştır. Ancak mesele tarihi-sosyolojik bir gelişmenin İslam düşüncesinde tekrar gerçekleşmesinden ibaret değildir. Bilakis ortada daha derinde, epistemolojik ve metodolojik arızalar olduğu aşikârdır.”[23]

 

[1]        Buhari, Megazi 29, Cihad 188; Müslim, Eşribe 141, (2039).

[2]        Buhari, Vudu 32, Menakıb 25; Müslim, Fezail 5, (2279); Nesai, Taharet 61, (1, 60); Tirmizi, Menakıb 12, (3635). [3]        Buhari, Menakıb 25, Megazi 35, Tefsir Feth 5, Eşribe 31; Müslim, İmaret 67, (1856).

[4]        Buhari, Enbiya 25, Megazi, 35.

[5]        Buhari, Savm 48, Temenni 9; Müslim, Savm 57-60, (1103-1106); Tirmizi, Savm 62, (778).

[6]        Ebu Davud, Savm 29, (2374).

[7]        Müslim, Eşribe 140, (2038); Tirmizi, Zühd 39, (2370).

[8]        Tirmizi, Zühd 38, (2361).

[9]        Buhari, Et’ime 23, Rikak 17; Müslim, Zühd 20-27, (2970-2973); Tirmizi, Zühd 38, (2357, 2358), 35, (2473).

[10]       Müslim, Zühd 36, (2978).

[11]       Tirmizi, Kıyamet 35, (2474).

[12]       Tirmizi, Zühd 39, (2372).

[13]       Buhari, Gusl 12; Nesai, Nikâh 1, (6, 53, 54).

[14]       Buhari, Gusl 12, 24, Nikâh 4, 102; Ebu Davud, Taharet 75, (218); Tirmizi, Taharet 106, (140).

[15]       Müslim, Nikâh 9, (1403); Ebu Davud, Nikâh 44, (2151); Tirmizi, Nikâh 9, (1158).

[16]       Müslim, Nikâh 10.

[17]       Buhari, Enbiya 44.

[18]       Buhari, Sehiv 2, Salat 31, 32; Müslim, Mesacid 89, (572); Ebu Davud, Salat 196, (1019, 1020, 1021, 1022); Nesai, Sehv 26, (3, 31-36); Tirmizi, Salat 289, (392, 393).

[19]       Buhari, Gusl 17, Ezan 24, 25; Müslim, Mesacid 157, (605); Ebu Davud, Taharet 94, (234, 235); Nesai, İmamet 14, (2, 81, 82).

[20]       Buhari, Şehadat 27, Mezalim 16, Hiyel 9, Ahkam 20, 29, 31; Müslim, Akdiye 5, (1713); Ebu Davud, Akdiye 7, (3583, 3584); Tirmizi, Ahkam 11, (1339); Nesai, Kudat 13, (8, 233).

[21]       Müslim, Fezail 140, (2362).

[22]       Buhari, Da’avat 34; Müslim, Birr 90, (2601).

[23]       Hayri Kırbaşoğlu, Hz. Peygamber Tasavvurumuzun Dönüşümü: Paradigma’dan Paragon’a, Paragon’dan Kozmik İlke’ye, IV. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler, Nisan 19-20) Isparta 2001, s. 133.

 

Kaynak: Allaha Öğretilen Din

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir