Tanrının Varlığı İçin Ahlaki Kanıt

Tanrının Varlığı İçin Ahlaki Kanıt

Tanrı olmadan iyi olabilir miyiz?

İlk bakışta çok açık görülüyor ki bu soruyu sormak bile insanları sinirlendirebilir. İnananlar Tanrı’yı bizim o olmadan yaşayacağımızdan daha iyi bir yaşam sürmemize yardım eden ahlâk kaynağı olarak görse bile, inançsızlar genelde iyi ahlâk sahibi olmadan yaşıyor demek küstahça ve cahilce olacaktır -öyle ki bazen onların yaşamları bizi utandıracak kadar ahlâklı olur.- Ama bekleyin! Tanrı’ya inanç olmadan iyi olunamaz demek küstahça ve cahilce olur dedik, ancak mesele bu değil.

Mesele şu : Tanrı olmadan iyi olabilir miyiz? Bu soruyu sorduğumuzda ahlâki değerlerin doğasıyla ilgili bir başka soruyla karşılaşıyoruz. Sahip çıktığımız ve hayatımızı yönlendirdiğimiz değerler, sadece toplumsal uzlaşılar mı? Yâni arabayı sol şeritte değil de sağ şeritte sürmek gibi? Ya da onlar sadece kişisel tercihlerimizin bir dışa vurumu mu, bazı yiyecekleri diğerlerinden daha çok sevmek gibi? Yoksa ahlâki değerler bir şekilde mantıklı, bağlayıcı ve bizim görüşlerimizden bağımsız mı? Peki bu şekilde objektif(tarafsız) iseler, bu ahlâki değerlerin kökeni nedir? Tanrının Varlığı İçin Ahlâki Argüman Bir çok felsefeci ahlâkın Tanrı’nın varlığı için güçlü bir argüman olduğunu düşündü. Dikkate değer olanlarından birisi, Cambridge Üniversitesi’nde ahlâk felsefesi profesörü olan William Sorley’dir. Ahlâki Değerler ve Tanrı Fikri isimli kitabında Sorley; mantıklı, tutarlı ve gerçekçi bir bakış açısı için en iyi umudun Tanrı’yı hem doğal hem de ahlâki düzenin temeli olarak görmek olduğunu söyler. Sorley, gerçek olan, ve doğa düzeninde olduğu gibi bizden bağımsız olan bir objektif(tarafsız) ahlâki düzen olduğunu iddia eder. Bir bakıma objektif ahlâki değerlerin varlığını ispatlayamayacağımıza değinir, ancak diğer yandan aynı bakış açısına göre fiziksel nesnelerin doğal dünyasının varlığını da ispatlayamayacağımızı ekler! (Matrix’te uzanan ve sanal gerçekliği yaşayan bir beden olabilirsiniz.) Ahlâki düzen ve doğal düzen aynı temel üzerine kuruludur. Nasıl ki günlük tecrübelerimizden yola çıkarak nesnelerin dünyasının (içinde yaşadığımız dünyanın) gerçek olduğunu düşünüyorsak, ahlâki tecrübelerimizden yola çıkarak da ahlâki düzenin gerçek olduğunu düşünürüz.

Hakkında Konuşabilirsiniz : Objektif ahlaki düzenin de objektif fiziksel dünya gibi gerçek olduğu fikrine nasıl yanıt verirdiniz? Neden?

Sorley’in bakış açısına göre doğal düzen ve ahlâki düzen gerçekliğin bir parçasıdır. Yâni sorulacak soru şudur ; hangi dünya görüşü bu iki düzeni en tutarlı açıklamayla bir araya getirebilir? Sorley en iyi yanıtın Tanrı olduğunu savunmuştur. Doğanın mimarı olan, ve insanlara evrenle tutarlı bir ahlâki amaç biçen; sonsuz güçte ve ebedi bir zihin vardır. Ben kendim de Üniversite kampüslerinde Tanrı olmadan yaşamın anlamsızlığı üzerine konuşurken ahlâk argümanına değindim. Tanrı yoksa, objektif ahlâk değerler için bir temel olmayacağını savundum. Herşey izafi hâle gelirdi. Beni şaşırtan şekilde öğrencilerin cevabı objektif ahlâk değerlerin varlığında ısrar etmek olurdu; bazı şeyler ya doğrudur ya da yanlış. Öğrencilerin söyledikleri benim Tanrı yoksa objektif ahlâk değerler yoktur iddiamı çürütmüyordu. Bunun yerine, farkında olmadan Tanrı’nın varlığının ahlâki deliliyle ilgili diğer öncülümüzü destekliyorlardı! Şimdi bunu konuşabiliriz :

1. Tanrı yoksa, objektif ahlâki değerler ve görevler yoktur.

2. Objektif ahlâki değerler ve görevler vardır.

3. Yâni, Tanrı vardır.

Bu küçük argüman hem ezberlemesi kolaydır hem de mantık açısından çok güçlüdür. Ben ilk öncülün doğru olduğunu savundum, öğrenciler de ikinci öncülün doğru olduğu konusunda ısrar ettiler. Bu iki öncül birlikte Tanrı’nın varlığına işaret ediyor. Bu argümanı çok güçlü yapan, insanların genelde iki öncülü de kabul etmesi. Çoğulcu bir çağda, öğrenciler kendi değerlerinin başkasına empoze edilmesinden inanılmaz korkuyor. Dolayısıyla birinci öncül, akla getirdiği üstü kapalı izafiyet sebebiyle onlara doğru görünüyor.

Aynı zamanda, onlara derinden aşılanmış bazı değerler de var ; tolerans, açık fikirlilik, aşk gibi. Kendi fikirlerini başkasına aşılamanın objektif olarak yanlış olduğunu düşünüyorlar! Yâni 2. öncülü de içten içe kabul ediyorlar.

Hakkında Konuşabilirsiniz : Hiç herkese uygulanabilecek objektif ahlâki değerlerin olmadığını söyleyen birisiyle konuştunuz mu? Konuştuysanız, bu kişi sevgi veya tolerans gibi değerlerle ilgili ne düşünüyordu?

Bu durum bazı çok garip diyaloglara sebep olabiliyor.Öncüller arasında bir ileri bir geri gidip gelen bir öğrenciyle konuştuğumu hatırlıyorum. İlk öncül hakkında konuştuğumuzda, onu kabul edip ikinciyi reddediyor; ancak ikinci öncüle geçtiğimizde ise ikinciyi kabul edip ilkini reddediyordu. Ne kadar ileri geri gidip gelip dursak da, o fikirlerini değiştirmemekte ısrarcıydı. Tanrı’dan kaçınmak için böylesine boş yere çabalamakta ısrar eden birisiyle konuşmak hem yürek burkucu, hem de gülünçtü. Hadi şimdi öncüllerimizi daha yakından inceleyelim ki bunları nasıl savunacağımızı, ve inançsızların verebilecekleri olası karşılıkları ayrıntılı öğrenelim.

 

Öncül 1 : Tanrı Yoksa, Objektif Ahlâki Değerler Ve Görevler Yoktur.

 

İki Önemli Fark İlk öncülümüz, bu öncül doğrudur diye düşünmeye başlamadan önce öğrenmemiz gereken bazı önemli farklar içeriyor. Değerler ve Görevler Öncelikle değerler ve görevler’i ayırdığıma dikkat edin. Değerler birşeyin iyi veya kötü olmasıyla ilgilidir. Görevler ise birşeyin doğru veya yanlış olmasıyla ilgilidir. İlk bakışta bu ayrımın gerekli olmadığını düşünebilirsiniz ; “iyi” ve “doğru” aynı şeydir, aynen “kötü” ve “yanlış”ta olduğu gibi. Ancak üzerine düşündüğünüz zaman, meselenin bu olmadığını göreceksiniz. Görevler, yapmak zorunda olduğumuz ya da olmadığımız ahlâki yükümlülüklerle ilgilidir. Ancak tabi ki sizin için iyi olan birşeyi yapmanız için ahlâki bir zorunluluk yok. Örneğin, doktor olmak sizin için iyi olabilir, ancak doktor olmak sizin için ahlâki bir zorunluluk değildir. Hepsinden öte, bir mimar ya da bir çiftçi ya da bir diplomat olmanız da sizin için iyi olabilir, ancak hepsini aynı anda olamazsınız. Ayrıca, bazen tüm sahip olduğunuz kötü seçeneklerdir (Sophie’nin seçimini düşünün.), ama seçmek zorunda olduktan sonra bunlardan bir tanesini seçmeniz yanlış değildir. Sonuç olarak iyi/kötü ve doğru/yanlış arasında bir fark vardır. İyi ve kötü birşeylerin değeriyle, doğru ve yanlış ise birşeylerin gerekliliğiyle/bağlayıcılığıyla ilgilidir.

Hakkında Konuşabilirsiniz : İyi ve kötü olduğuna inandığınız bazı değerlerin bir listesini yapın. Sonra bazı görevlerin listesini yapın, doğru ve yanlış olduğuna inandığınız bazı görevler. Kendi listenizi bir başkasınınkiyle karşılaştırın ki ayrımı doğru yaptığınızdan emin olun.

Objektif ve Subjektif İkinci olarak, objektif ve sübjektif arasında bir fark vardır. Objektif derken “insanların görüşlerinden bağımsız olan”ı, Subjektif derken ise tam tersini, yâni “insanların görüşlerine göre değişen, bu görüşlere bağımlı”yı kastediyorum. Yâni objektif ahlâk değerler vardır demek, birşeylerin insanların düşüncelerinden bağımsız olarak iyi veya kötü olduğunu söylemektir. Aynı şekilde objektif ahlâki görevler var demek, bazı davranışların insanların ne düşündüğünden bağımsız olarak doğru veya yanlış olduğunu söylemektir. Örneğin, Holocaust (Yahudi Soykırımı) objektif olarak yanlıştı demek, bu soykırımı gerçekleştiren Naziler onun doğru olduğunu düşünse bile Holocaust’un yanlış olması demektir. Hatta Naziler 2. Dünya Savaşı’nı kazanıp ardından kendileri gibi düşünmeyen herkesin beynini yıkasaydı ve bütün dünya Holocaust’un doğru olduğunu düşünseydi bile, Holocaust’un hâlâ yanlış olduğunu söylemektir. Birinci öncül, Tanrı yoksa objektif moral değerler ve görevlerin varolmayacağını bu açıdan ele alır. Birinci Öncülün Savunması Objektif Ahlâki Değerler Tanrı’yı Gerektirir. İlk olarak ahlâki değerleri düşünün. Geleneksel olarak ahlâki değerler en iyiyi, yâni Tanrı’yı temel alır. Ama Tanrı yoksa, ahlâki değerlerin temeli nedir?

Daha ayrıntılı düşünecek olursak, neden insanların ahlâki açıdan bir değeri olduğunu düşünelim? Ateizm’in en popüler şekli doğalcılık(natüralizm)dir. Bu düşünce ise varolan şeylerin ancak bizim en iyi bilimsel teorilerimizle açıklanabileceğini savunur. Ancak bilim ahlâki açıdan tarafsızdır; bir test kabında ahlâki değerler bulamazsınız. Buradan da direkt olarak ahlâki değerlerin aslında varolmadığı, bunların insanlar için illüzyon(yanılsama) olduğu sonucu ortaya çıkar. Bir ateist bilimin sınırlarını aşmak istese bile, ateist bir dünya görüşüne göre, neden insanların ahlâki açıdan bir değer taşıdığını düşünsün? Doğalcı(Naturalist) yaklaşıma göre ahlâki değerler yalnızca biyolojik evrimin ve toplumsal durumun yan ürünleridir; Bir grup habeş maymununun (baboon) işbirliğiyle, ve hatta fedakarlık ederek bazı davranışlar gerçekleştirmesi gibi. Onlar böyle davranırlar çünkü doğal seçilime göre hayatta kalma mücadelesinde böyle davranmak daha faydalıdır; Habeş maymunlarının primat kuzenleri olan Homo Sapien’lerin(insanlar) benzer davranışlar göstermesi de aynı sebeptendir. Yâni Homo Sapien’ler arasında sosyobiyolojik baskı yüzünden evrilen şey bir çeşit “sürü ahlâkı”dır, ki bu sürü ahlâkı ancak türümüzün sürekliliğine yardımcı olur. Ancak ateist bakış açısına göre Homo Sapien’ler(insanlar) için ahlâkı objektif olarak doğru kılan hiçbir şey olmadığı görülüyor. Eğer insanın evrimi filmini başa sarıp tekrar oynatsaydık, çok daha farklı ahlâki değerlere sahip toplumlar evrilebilirdi. Darwin’in kendisinin İnsanın Kökeni kitabında yazdığı gibi : “Eğer insanlar kovan arılarıyla aynı şartlarda gelişseydi, çok büyük bir ihtimalle evlenmemiş dişiler, işçi arılar gibi, erkek kardeşlerini öldürmeyi kutsal görev kabul ederdi, ve anneler doğurgan kızlarını öldürmek için çaba gösterirdi. Hiç kimse ise bu duruma müdahale etmeyi düşünmezdi.” Bizim için insan türünün özel olduğunu, ve kendi ahlâki değerlerimizin doğru olduğunu düşünmek, türcülüğe olan tutkumuza karşı gelemeyip bu yanlışa düşmek manasına geliyor; ki türcülük birisinin kendi türünü adil olmayan bir şekilde kayırmasıdır.

Türcülük : Türcülük, kısaca canlılara sadece ve sadece ait olduğu türler sebebiyle diğer türlerden farklı değer addedilmesidir. Bu terimi ilk olarak İngiliz psikolog ve felsefeci Richard D. Ryder 1970’te kullanmıştır. Terim sonradan bir çok hayvan hakları savunucusu tarafından kullanılmıştır.

Yâni Tanrı yoksa, Homo Sapien’ler tarafından üretilen “sürü ahlâkı”nın objektif olarak doğru olduğu düşüncesi çökmüş oluyor. Tanrı’yı tablonun dışına çıkarınca, tek görebildiğiniz bir parça yıldız tozunun üzerinde ahlâki ihtişamın yanılgısıyla yaşayan maymunsu yaratıklar. Objektif Ahlâki Görevler Tanrıyı Gerektirir. Şimdi ahlâki görevler üzerine düşünün. Geleneksel olarak ahlâki görevler Tanrı’nın emirlerini yerine getirmektir, 10 emirde olduğu gibi.Peki Tanrı yoksa, objektif ahlâki değerler için bir temel kalır mı? Ateist bakış açısına göre insanlar yalnızca hayvandır, ve hayvanların diğerlerine karşı ahlâki yükümlülükleri yoktur. Bir aslan bir zebrayı öldürdüğünde, zebrayı öldürmüş olur, fakat cinayet işlemiş olmaz. Kocaman bir köpek balığı dişisiyle güç kullanarak çiftleştiğinde, güç kullanarak çiftleşmiş olur fakat tecavüz etmiş olmaz.Çünkü onlar için olayların ahlâki boyutu yoktur. Ne yasaklanmışlardır ne de yükümlülükleri vardır. Yâni eğer Tanrı yoksa, neden birşeyler yapmaya yönelik bir ahlâki yükümlülüğümüz olduğunu düşünelim? Bu ahlâki yükümlülükleri bize kim veya ne yüklüyor? Bunlar nereden geliyor? Tanrı olmasaydı ahlâki yükümlülüklerin neden toplumsal ve ebeveynlerle ilgili şartlardan kaynaklanan sübjektif etiklenmelerden daha önemli olduğunu görmek zor olurdu. Ensest ve tecavüz gibi bazı davranışlar biyolojik ve toplumsal olarak avantaj sağlamayabilir, ancak insanın gelişim sürecinde bir tabu hâline gelmişlerdir. Buna rağmen bu durum tecavüzün veya ensestin neden yanlış olduğuyla ilgili kesinlikle hiçbir şey göstermez. Böyle davranışlar hayvanlar aleminde her zaman görülür. “Sürü ahlâkı”na aykırı davranan tecavüzcü, kaba davranmaktan daha ciddi bir davranış sergilemiş olmaz, aynen yemek masasında yüksek sesle geğiren bir adamın yaptığı gibi. Eğer ahlâki yasaları oluşturan bir yasa koyucusu yoksa, uymamız gereken hiçbir objektif ahlâk yasası yoktur.

Hakkında Konuşabilirsiniz : Bir ateistin size gelip zorla çiftleşmenin insanlarda ahlâksızlık olduğunu ancak köpekbalıklarında olmadığını savunduğunu düşünün, nasıl cevap verirdiniz?

Argümanu Daha İyi Anlamak Meseleyi başkalarıyla paylaşmadan önce, kendimiz doğru anlamamız çok önemli. Size garanti edebilirim ki bu ahlâk argümanını bir inançsızla paylaşırsanız, size birileri kızgınca “Bütün ateistler kötü mü demeye çalışıyorsun?” diyecektir. Sizin yargılayıcı ve hoşgörüsüz olduğunuzu düşüneceklerdir. Onlara bu durumun argümanın tamamen yanlış anlaşılması olduğunu anlamaları için yardım etmemiz gerekiyor. Sorumuz “Ahlâklı yaşamak için Tanrı’ya inanmak gerekiyor mu?” değil. İnançsızların bizim normalde iyi ve saygın dediğimiz hayatları yaşamamaları için hiçbir sebep yok. Ve tekrar, sorumuz “Tanrı’ya inanmadan kendimize objektif
ahlâki değerler ve görevler edinebilir miyiz?” de değil.

Örneğin, çocuklarımızı sevmemiz gerektiğini düşünmek için Tanrı’ya inanmak zorunda olduğumuzu düşündüren hiçbir sebep yok. Veya tekrar, sorumuz “Tanrı’ya değinmeden bir etik sistemi oluşturabilir miyiz?” de değil. Eğer bir inançsız, insana esas bir değer yakıştırırsa, onun inançlıların da genelde onaylayacağı bir etik kurallar dizisi üzerinde çalışamayacağını söylemek için hiçbir sebep yok (Elbette bizim Tanrı’ya karşı sahip olduğumuz ahlâki yükümlülüklere o sahip olmayacaktır.) Sorumuz şu : “Eğer Tanrı yoksa, objektif ahlâki değerler ve görevler var mıdır?” Sorumuz objektif ahlâk için Tanrı’ya inanmanın gerekliliğiyle değil, objektif ahlâk için Tanrı’nın varlığının gerekliliğiyle ilgili. Bu konuyu daha iyi bilmesi gereken profesyonel felsefecilerin bile ne kadar büyük bir sıklıkla bu iki soruyu birbirine karıştırdığını görünce çok şaşırıyorum. Örneğin, hümanist (insancı) felsefeci Paul Kurtz ile Franklin and Marshall College’da bir münazaraya katılmıştım, münazaranın konusu “Tanrı olmadan iyilik de yeterince iyi” idi. Ben Tanrı yoksa objektif ahlâki değerler ve görevler olmayacağı gibi, kişisel hareketlerimizle ilgili bir sorumluluğumuz da olmayacağını savunuyordum. Prof. Kurtz, beni şaşırtan şekilde konuyu tamamen ıskaladı ve şu cevabı verdi : Eğer Tanrı temelde ise, nasıl oluyor da milyonlarca insan hem Tanrı’ya inanmıyor, hem de ahlâklı davranıyor? Senin bakış açına göre böyle davranmamalıydılar, yâni senin Tanrı’n temelde değil… Bir çok insan hayat konusunda iyimserdir, dolu dolu yaşamıştır… ve onlar hayatı neşeli ve önemli bulmuşlardır. Onlar ölümden sonra yaşam var mı diye saplanıp kalmamıştır, yaşam buradadır ve önemli olan budur. Kurtz’un fikri yalnızca Tanrı’ya inanmanın ahlâklı ve iyimser bir yaşam için vazgeçilmez olmadığını göstermektedir. Benim Tanrı yoksa
ahlâkın bir insan yanılsaması olduğuna dair iddiamı çürütmemektedir.

Tekrar etmek gerekirse, objektif ahlâk için temelde olan Tanrı inancı değil, Tanrı’nın varlığıdır.

Hakkında Konuşabilirsiniz : Ateistlerin masum insanlara zarar vermenin yanlış olduğunu öylece bilerek, Tanrı’ya ahlâk’ın nihai kökeni olarak inanmadan iyi hayatlar yaşamalarını nasıl açıklarsın?

Euthyphron İkilemi İnançsızların verebileceği bir diğer yanıt ise ismini Platon’un diyaloglarındaki bir karakterden alan sözüm ona Euthyphron ikilemi. Basitçe şunu anlatır : Bir şey Tanrı istediği için mi iyidir? Yoksa o şey iyi olduğu için mi Tanrı ister? Eğer bir şey Tanrı öyle istediği için iyidir derseniz, neyin iyi olduğu isteğe bağlı olur. Tanrı nefreti isteseydi, o zaman ahlâklı olmak için birbirimizden nefret etmemiz gerekirdi. Bu çılgınca görünüyor. Bazı ahlâki değerler, en azından gerekli görünür. Ancak bir şey iyi olduğu için Tanrı onu istiyor derseniz, neyin iyi neyin kötü olduğu Tanrı’dan bağımsız olur. Bu durumda ahlâki değerler ve görevler Tanrı’dan bağımsızdır, bu da ilk öncülle çelişir. Euthyphron İkilemi’nin Yanıtı İkilemin iki kolunu da çürütmek zorunda değiliz, çünkü zaten ikilemin kendisi yanlış ; ortada bir üçüncü seçenek var. Üçüncü seçenek ise ; Tanrı birşeyi ister çünkü Tanrı iyidir. Bununla ne mi söylemek istiyorum? Söylemek istediğim ; Tanrı’nın kendi doğası iyiliğin standardıdır, ve bize olan emirleri de onun doğasının ifade bulmuş hâlleridir. Kısaca, ahlâki değerlerimiz ve görevlerimiz , yalnızca ve sevgili Tanrı’nın emirleriyle belirlenir.

Euthyphron İkilemi

1-) Bir şey Tanrı istediği için mi iyidir? O zaman iyilik kavramı keyfi.

2-) Tanrı birşeyi iyi olduğu için mi ister ? O zaman iyilik Tanrı’dan bağımsız.

Çözüm : Tanrı birşeyi ister çünkü Tanrı iyidir.

Yani ahlâki değerler Tanrı’dan bağımsız değildir çünkü Tanrı’nın kendi karakteri iyinin ne olduğunu tanımlar. Tanrı temelden merhametli, adil, iyi kalpli, tarafsız gibi bir çok sıfata sahiptir. Onun doğası neyin iyi neyin kötü olduğunu ifade eden ahlâki standarttır. O’nun emirleri O’nun ahlâki doğasını yansıtır. Yâni, bu değerler isteğe bağlı değildir. Bir ateist “Eğer Tanrı çocuk istismarını emretseydi, biz çocukları istismar etmekle yükümlü mü olurduk?” gibi bir soruyla gelirse, bu soru şuna benzer : “Eğer kare şeklinde bir daire olsaydı, bu şeklin alanı bir kenarının karesi mi olurdu?”. Bunun yanıtı yoktur çünkü sözkonusu varsayım mantıken imkansızdır. Sonuç olarak, Euthyphron ikilemi bize yanlış seçenekler sunuyor, bu yanlış seçenekler yüzünden yanılgıya düşmemeliyiz. Ahlâki iyiler ve kötüler Tanrı’nın doğası tarafından belirlendiği gibi, ahlâki doğru ve yanlışlar da onun iradesiyle belirlenir. Tanrı birşeyi ister çünkü O(Tanrı) iyidir, bir şey doğrudur çünkü Tanrı onu ister. Ateistlerin Ahlâki Platonizmi : Ahlâki Değerler Basitçe Vardır. Platon’un bahsi, bizi ilk öncülümüze verilebilecek bir diğer yanıta götürüyor. Platon iyinin kendiliğinden varolduğunu, ve bir çeşit kendinden-varolan idea(self-existent idea) olduğunu düşünür. (Eğer bunu kavramakta zorlanıyorsanız, gruba katılın!) Sonradan Hristiyan düşünürler Platon’un iyisini Tanrı’nın ahlâki doğasına eşitlediler, ancak Platon iyinin öylece kendiliğinden varolduğunu düşünmüştü. Bazı ateistler kimi ahlâki değerlerin (örneğin adalet,merhamet,sevgi) öylece, herhangi bir temele ihtiyaç duymadan varolduğunu söyleyebilir. Bunu Ateistlerin Ahlâki Platonizmi (Atheistic moral Platonism) olarak adlandırabiliriz. Bu fikir objektif ahlak değerlerinin bulunduğunu, fakat Tanrı’yı temel almadığını savunur. Bu bakış açısı hakkında ne söyleyebiliriz? Ateistlerin Ahlâki Platonizm’inin Yanıtı Öncelikle, Ateistlerin ahlâki Platonizmi anlaşılabilir görünmüyor, örneğin, adalet öylece kendiliğinden varolur da ne demek? Bunu anlamak zor. Birisinin adil olmasının ne demek olduğunu anlamak kolay, ancak yaşayan hiç kimse olmasa da adaletin kendiliğinden varolacağını söylemek hayret verici. Ahlâki değerler kişilerin özellikleri gibi görünüyor, bu yüzden adaletin nasıl soyut olarak(abstraction) varolduğunu anlamak zor.

İkinci olarak, bu bakış açısı ahlâki görevler için hiçbir temel sunmuyor. Haydi bu argüman hatrına adalet ,bağlılık, merhamet, hoşgörü gibi ahlâki değerlerin öylece varolduğunu farzedelim. Bu durum benim için nasıl ahlâki yükümlülükler oluştururdu? Neden merhametli olmak gibi bir ahlâki yükümlülüğüm olduğunu düşüneyim? Böyle bir yükümlülüğü bana dayatan kim veya ne? Şunu farketmek lazım ki böyle bir bakış açısına göre ahlâki zaaflar olan açgözlülük, nefret, rehavet ve bencillik de kendi doğaları gereği varolan soyutluklardır. Öyleyse ben neden hayatımı bu kendiliğinden varolan soyutlukların yalnızca bir kısmını görev edinerek yaşıyorum? Ateistlerin Ahlâki Platonizmi, ahlâki yükümlülük için hiçbir temel sunmamaktadır.

Üçüncü olarak, kör evrimsel sürecin yaratıkları soyut ahlâki değerlerin önceden bulunduğu bir alanda var etmesi gerekiyor. Üzerine düşününce bu durumun son derece inanılmaz bir tesadüf anlamına geldiği görülüyor. Bu neredeyse ahlâki değerlerin bizim gelecek olduğumuzu biliyor olması demek. Sorley’in fikrini, yâni doğal alanın ve ahlâki alanın, bize hem doğa hem ahlâk yasalarını veren Tanrı’nın otoritesi altında birleştiğini düşünmek, bu iki alanın birbirine öylece birleştiği fikrinden çok daha doyurucu bir yanıt sunuyor. Bencil İnsancılık(Humanism) : İnsan Çıkarlarına Hizmet Eden Herşey İyidir. Peki ateistler gelinen bu noktada ne yapabilirler? Onların çoğu objektif ahlâki değerlerin ve görevlerin varolduğunu onaylamak ister. Sonuç olarak biraz insancılık(humanism) ilkesi benimser ve orada dururlar. İnsanların çıkarlarına hizmet eden herşey iyidir, insanların çıkarlarına zarar veren herşey ise kötü. Hikaye burada bitiyor.
İnsancılık(Humanizm) : İnsancılık, herşeyin ölçeğinin insan olduğu görüşüdür. İnsan, ahlâki değerlerin yargıcı olarak Tanrı’nın yerini alır, ve ahlâki görevler insanın çıkarına olan görevler olarak belirlenir.
Bencil İnsancılığın Yanıtı İnsanların çıkarlarını öylece alıp nihai durak noktası yapmak, böyle bir durak noktasının isteğe bağlılığı/keyfiliği ve akla yatkın olmayışı sebebiyle erken durmak gibi görünüyor. Öncelikle, isteğe bağlılık/keyfilik. Ateist bakış açısına göre, neden insan çıkarlarına hizmet eden davranışların, karıncaların veya farelerin çıkarlarına hizmet edenlerden daha değerli olduğunu düşünelim? Neden kendi türümüzde bir başkasına zarar vermenin yanlış olduğunu düşünelim ? Bu soruyu Tanrı’nın varoluşu üzerine yaptığımız münazara sırasında sorduğum Dartmouth Etikçisi Walter Sinnot-Armstrong şöyle yanıt vermişti : “Basitçe evet, objektif olarak. Sen kabul etmiyor musun?” Elbette, başka bir insana zarar vermenin yanlış olduğunu kabul ediyorum, ancak benim üzerine yoğunlaştığım soru bu değil. Soru şu : “Ateizm doğru olsaydı neden bir başka insana zarar vermek yanlış olurdu?”. Bu soruyu “Ahlâk için Tanrı gerekli midir?” konulu münazaramızda sorduğum Massachusetts Üniversitesi’nde felsefeci olan Louise Antony bana şöyle bağırmıştı : “Hiç arkadaşın var mı merak ediyorum!”. Yalnızca gülümsedim. Ancak insanlar hoşlansın ya da hoşlanmasın, ateist bir dünya görüşünde insan çıkarlarını ahlâki olarak özel bir yere koymak keyfi bir davranıştır. İkinci sebebimiz, akla yatkın olmayışı.Ateistler bazen iyilik veya kötülük gibi ahlâki özelliklerin doğal olayların durumlarıyla doğrudan ilişikli olduğunu söyler. Örneğin, kötülük özelliği eşine şiddet uygulayan bir adamla doğrudan ilişikli olduğu gibi, çocuğunu emziren bir anneyle de iyilik doğrudan ilişiklidir. Ateistler bu fikirden yola çıkarak eğer tamamen doğal olan bu davranışlar ortaya çıkıyorsa, bunların ahlâki özelliklerinin de onlarla birlikte geleceğini söyler. Ateist bakış açısıyla ele alınca bu durum olağanüstü şekilde akıldışı görünüyor. Çeşitli olaylarla ilişikli olduğunu düşünmek şöyle dursun, neden bu doğa dışı ahlâki özelliklerin (iyilik, kötülük vb.) varolduğunu düşünelim ? Böyle düşünmek için hiçbir sebep göremiyorum. Ateist bir dünya görüşüne göre, durumların doğal özelliklerini tamamen içeren bir açıklama o durumun ahlâki özelliklerini hem belirleyebilir hem de düzeltebilir. İnsancı(Humanist) felsefeciler etik sorulara basitçe “alışveriş listesi” yaklaşımını uygulamışlardır. İnsancılığı benimsedikleri için, yalnızca işi tamamlamalarına yardım edecek ahlâki değerleri özümserler. Onların bakış açısını akılcı yapabilecek şey ise neden ahlâki özelliklerin belirli doğal durumlara ilişikli olduğuna getirilecek bir açıklama. Tekrar söylemek gerekirse, bir insancı(hümanist) için insanların esaslı ve üzerinde ihtilaf olmayan bir ahlâki değere sahip olduğunu savunmak yetersizdir. Hatta, bu ahlâk argümanının 2. öncülüdür! İnsancıdan istediğimiz, ateizm doğru ise, neden insanların ahlâki açıdan değerli olduğunu düşündürecek sebeplerdir. Göründüğü gibi, insancılık yalnızca bencil bir ahlâki inançtır. Buna karşıt olarak, Tanrı objektif ahlâk değerlerin ve görevlerin temeli olarak doğal bir durak noktasıdır. Ahlâki hiççiler (moral nihilists) olmadığımız sürece, bir durak noktası belirlememiz gerekir, ve nihai bir gerçeklik olarak Tanrı, durulacak doğal yerdir. Tapınma tanımlamasına göre Tanrı, mükemmel ahlâki iyiliğin somutlaşmış(bir araya gelmiş) hâlidir. Tekrardan, tanımı gereği Tanrı, iyiliğin tabanı ve kaynağı olarak en akla uygun varlıktır. Dolayısıyla teizm (tanrı inancı) bencil insancılığı etkileyen çeşitli keyfilik ve akıldışılıklar tarafından karakterize edilmemiştir.

2. Öncül Objektif Ahlâk Değerler ve Görevler vardır.

Başlangıçta bu öncülün tartışmalarda en fazla karşı çıkılan öncül olacağını düşünmüştüm. Ateist felsefecilerle yaptığım münazaralarda ise, neredeyse kimsenin bu öncülü reddetmediğini farkettim. Üniversitelerdeki anketlerin izlenimlerimizle çelişen şu sonuçları sizi şaşırtlabilir : Profesörler objektif ahlâk değerlerine inanmaya öğrencilerden daha yatkın olduğu gibi, felsefe profesörleri ise bu değerlere inanmaya diğer alanlardaki profesörlerden daha yatkın! Ahlâki Deneyim Ahlâki deneyimimiz üzerine düşünen felsefeciler bu deneyime güvenmemek için beş duyuyla edindiğimiz deneyimlere güvenmemekten daha fazla sebep görmüyorlar. Ben inanıyorum ki beş duyum bana dışarıda fiziksel bir dünya olduğunu söylüyor. Hislerim yanılmaz değil, ancak bu durum beni etrafımda bir dünya olmadığını düşünmeye yönlendirmiyor. Benzer şekilde, ahlâki
deneyimime inanmamak için elimde bazı sebepler olsa bile, bana anlattığı şeyleri kabul etmeliyim, yani bazı şeylerin objektif olarak iyi veya kötü, doğru veya yanlış olduğunu. Çoğumuz ahlâki deneyimimizde objektif ahlâki değer ve görevlerin varlığını anladığını kabul eder. Birkaç yıl önce bir Kanada üniversitesinin kampüsünde konuşurken, Cinsel Taciz ve Bilgi Merkezi tarafından asılmış bir poster farkettim. Şöyle diyordu : “Cinsel taciz: Kimse bir çocuğu, bir kadını veya bir erkeği istismar etme hakkına sahip değil.” Çoğumuz bir başkasına yapılan cinsel istismarın yanlış olduğunu benimseriz. Tecavüz, işkence, çocuk istismarı gibi davranışlar yalnızca sosyal olarak kabul edilemez değil, aynı zamanda ahlâki açıdan iğrenç davranışlardır. Aynı açıdan; sevgi, fedakarlık da gerçekten iyidir. Bunu göremeyen insanlar kusurludur, ahlâki açıdan köre eşdeğerdir, ve onların bozuk fikrini kendi açıkça gördüğümüz gerçeğe karıştırmak için hiçbir sebep yoktur. Aynı zamanda şunu farkettim ki insanların izafiyete sözde bağlılığı var, konuşulanların %95’i objektif ahlâki değerlerin varolduğuna hemen ikna olabiliyor. Yapmanız gereken tek şey onlara bazı örneklemeler yapmak ve kendi kararlarını kendilerine bırakmak. Onlara Suttee isimli Hindu ritüeli (dul kadını kocasının cenazesinde canlı canlı yakmak) , ya da eski Çinde kadınların ayaklarını nilüfer çiçeğine benzetmek için küçük yaştan itibaren sıkıca bağlamaları hakkında ne düşündüklerini sorun. Fikrinizi daha dini örnekler vererek iyice anlaşılabilir hâle getirebilirsiniz. Onlara haçlı seferleri ve engizisyon mahkemesi hakkında ne düşündüklerini sorun. Katolik rahipler için küçük erkek çocuklarını istismar etmenin, kilise için bunu örtbas etmenin doğru olup olmadığını sorun. Dürüst ve sorgulayan birisiyle konuşuyorsanız, konuştuğunuz kişilerin neredeyse her seferinde objektif ahlâk değerlerini kabul edeceğini size garanti edebilirim. Elbette, bazen inatçılarla karşılaşırsınız, ancak genelde onlarındurumu diğer insanları irite edecek kadar aşırıcı görünür. Örneğin, İncil Literatürü Topluluğu’nda birkaç yıl önce düzenlenen bir buluşmada, “İncil otoritesi ve Eşcinsellik” konulu bir panele katıldım, ki tüm panelciler eşcinselliğin meşru olması konusunda hemfikirdi. Panelcilerden birisi İncil’deki eşcinsellikle ilgili kısıtlamaları, yazıldığı dönemin kültürel içeriğini yansıttığı gerekçesiyle reddetti. Bu kendi dönemini yansıtma durumu bütün kutsal metin için geçerli olsa da (ki bu metin boşlukta yazılmamıştır), panelcinin çıkardığu sonuç şuydu : “Kutsal metinde zamanüstü, normlar şeklinde ahlâki değerler yoktur.” Tartışmayı baştan ele alınca, şunu farkettim ki böyle bir bakış açısı bizi sosyokültürel izafiyete götürüyor, ki böyle bir izafiyet durumunda herhangi bir topluluğun ahlâki değerlerini yargılamak imkânsız oluyor; eşcinselleri öldürenleri bile! Panelci seyircilerin kafasını karıştırmaya yönelik teolojik bir yanıt verdi ve kutsal metinlerin dışında da zamanüstü ahlâki değerler bulunan bir yer olmadığını söyledi. “Fakat bu tam olarak bizim ahlâki izafiyet dediğimiz şey” dedim. “Öyle ki, sizin bakış açınıza göre Tanrı’nın iyiliği kavramını dolduran bir şey yok. Yâni ölse de farketmezdi. Nietzche şunu farketti ki Tanrı’nın ölümü ise hiççiliğe yönlendirir.” Bu noktada bir diğer panelci alakasız bir reddiye ile söze girdi : “Aşağılayıcı olacaksanız, tartışmamamız daha iyi.”

Hakkında Konuşabilirsiniz : Mantıksal tutarsızlık içinde yaşayan, hatta böyle olmaya cesaretlendiren insanlar hakkında ne düşünüyorsun? Neden, bu bölümde olduğu gibi mantıklı bir argümanla karşılaştıklarında, “neyse ne” deyip işlerine geri dönebiliyorlar?

Yerime oturdum, ancak konu dinleyicilerin kafasını karıştırmıştı. Ayağa kalkan adam şöyle söyledi : “Bekle bir dakika, benim aklım oldukça karıştı. Bir papazım ve insanlar her zaman bana gelip yaptıkları şeyin yanlış olup olmadığını sorar, af dilerler. Örneğin,
çocuk istismarı her zaman yanlış değil midir?” Panelcinin yanıtına inanamadım. Şöyle söyledi : “Neyin istismar olduğu toplumdan topluma değişim gösterir, istismar sözcüğünü tarihi bir arkaplana bağlamadan kullanamayız.” “Adını ne koyarsanız koyun” diye çıkıştı papaz, “Ancak çocuk istismarı çocuklara zarar verir. Çocuklara zarar vermek yanlış değil midir?” Panelci hâlen kabul etmemişti! Bu büyük katı kalplilik insanlara ahlâki izafiyetin ne kadar yanlış olduğunu ifşa edip onlara böyle bir dünya görüşünün başarısızlığını gösteriyordu. Ahlâki Deneyime Sosyobiyolojik Reddiyeler Böylece sorumuz şu hale geldi : Ahlâki deneyimimize güvenmemek için güçlü bir sebebimiz var mı ? Bazı insanlar ahlâkın kökeninin sosyobiyolojik arkaplanının bizim ahlâki deneyimimizin geçerliliğini zayıflattığını iddia ediyor. Bu öneme göre, hatırlayacaksınız, ahlâki inançlarımız içimizde evrimsel süreç ve toplumsal durum sayesinde kökleşmiştir. Bu bize ahlâki deneyimimize güvenmememiz için sebep veriyor mu? Sosyobiyolojik Reddiyenin Yanıtı Sosyobiyolojik arkaplan bizim ahlâki inançlarımızın doğruluğunu zayıflatabilen hiçbir açıklama getirmiyor. Bir inancın doğruluğu sizin bu inancı nasıl benimsediğinizden bağımsızdır. Ahlâki değerlerinizi gelecek kurabiyeleri aracılığıyla ya da çay yapraklarından fal bakarak da edinebilirdiniz, ve o değerler hâlen doğru görünürdü. Detaya inecek olursak, eğer Tanrı varsa, objektif ahlâki değerler ve görevler, onları nasıl öğrendiğimizden bağımsız olarak vardır. Sosyobiyolojik arkaplan ancak bizim ahlâki değerleri ve görevleri nasıl anladığımızı kanıtlar. Halbuki ahlâki değerler aşamalı olarak keşfedilmiştir, icat edilmemiştir, yâni bizim aşamalı ve yanılabilir değer algımız objektif ahlâk değerlerinin varlığı gerçeğini zayıflatmamaktadır, aynen yanılabilir beş duyumuzun dünyanın varlığı gerçeğini zayıflatmaması gibi.

Ancak belki sosyobiyolojik arkaplan ahlâki değerlerimizin doğruluğunu zayıflatmasa da, bizim bu değerlere sahip çıkarkenki sebeplerimizi zayıflatabilir. Eğer ahlâki değerlerinizin kıstası çay yapraklarından fal bakmak ise, bazı yanlış değerler yanlışlıkla doğru çıkabilir, fakat fal bakarak böyle bir sonuca ulaşmanın doğru olmadığını bildiğiniz için o değerlere doğru demezsiniz, dolayısıyla onları doğru bellemezsiniz. Aynı şekilde, bir reddiye de şudur ki eğer ahlâki değerlerimiz evrim tarafından şekillendiriliyorsa, onlara güvenemeyiz çünkü evrim hayatta kalmayı amaçlar, doğruyu bulmayı değil. Ahlâki değerlerimiz bizi kurtarma değerlerine göre seçilir, doğruluk değerine göre değil. Dolayısıyla ahlâki deneyimimize güvenemeyiz, yâni 2. öncülün doğru olup olmadığını bilemeyiz. Bizim 2. Öncülle ilgili bilgimize karşı verilen bu reddiyede 2 problem var. Öncelikle, Ateizm’in doğru olduğu varsayılıyor. Eğer Tanrı yoksa, ahlâki değerlerimiz evrim tarafından yalnızca bizi kurtarma değerleri üzerinden seçilir, doğruluk değerleri üzerinden değil. Ben kendim bu durumu ilk öncülü savunurken kullandım. Eğer Tanrı yoksa, değerlerin sosyobiyolojik arkaplanı doğrudur, yâni bizim ahlâki inançlarımız yanıltıcıdır. Ancak gördüğünüz gibi sosyobiyolojik arkaplanın ürettiği değerlerin doğru olduğunu düşünmek için hiçbir sebep yoktur. Ancak, Tanrı varsa, bize temelden doğru ahlâki değerler aşılamak için evrimsel süreci içimizde bu şekilde inançlar yerleştirecek şekilde yönlendirmiş olabilir. Ateizm varsayımı dışında, ahlâki deneyimimizin bize söylediğini reddetmemiz için bir sebep yok. İkinci olarak, bu reddiye kendi kendisini çürütmektedir. Doğalcılık(Naturalism) bakış açısına göre, tüm inançlarımız, sadece ahlâki inançlar değil, hepsi evrimin ve toplumsal şartların bir sonucudur. Evrimsel arkaplan bizi genel anlamda bilgi hakkında şüpheciliğe yöneltir. Bu kendi kendini çürüten bir durumdur çünkü o zaman evrimsel arkaplanın kendisi hakkında da şüpheci olmamız gerekir, çünkü o da evrimin ve toplumsal şartların bir sonucudur! Böylece reddiye kendi kendini çürütmektedir. Dolayısıyla 2. Öncülü destekleyen ahlâki tecrübelerimizi düşününce, objektif ahlâki değerler ve görevler olduğunu düşünmekte haklıyız. Sonuç Önceki iki öncülü, Tanrı’nın varlığı gerçeği izliyor. Ahlâk argümanı, bize evrenin yaratıcısının ahlâki doğasını anlatarak kozmolojik argümana ve tasarım argümanına tamamlayıcı oluyor. Bize kendiliğinden, ve gerekliliğinden dolayı varolan, yalnızca muhteşem şekilde iyi olmakla kalmayıp, aynı zamanda iyi ve kötünün standardı olan, doğru ve yanlışı komutlarıyla belirleyen bir Tanrı anlayışı veriyor. Tecrübelerime göre, ahlâk argümanı Tanrı’nın varlığını savunurken en etkili olan argüman. Bunu istemeye istemeye söylüyorum çünkü benim favorim kozmolojik argüman, ancak kozmolojik ve teleolojik argümanlar insanlara yaşadıkları yerde dokunmuyor. Ahlâk argümanı öyle kolayca örtbas edilecek bir konu değil. Her gün uyandığınızda sizin hayatınızı düzenleyen objektif ahlâk değerleri var mı sorusuyla yüzleşerek uyanıyorsunuz. Bu kaçınılmaz. Bu bölümün başındaki soruyu yanıtlayacak olursak, hayır, Tanrı olmadan gerçekten iyi olamayız, ama bir şekilde bir ölçekte iyi olmuş isek, bunu Tanrı’nın varlığı sonucu izler.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir